Pek yakında, evet pek yakında
Mezar inimin yediği etim
Gene üstümde olacak eve gittiğimde.
Bir kadın olacağım yine, yüzümde gülümseme.
Otuzumdayım daha.
Kedi gibi dokuz canım var hem de.
Bununla üç etti.
Ne pis iş bu
Silip, yok etmek her on yılı böyle.
(“Lady Lazarus” Ariel, Sylvia Plath)
Bu satırları yazan genç Sylvia, ne bu kitap yayınlanırken, ne de güncesi çapkın kocası tarafından düzenlenip basıma verilirken göremedi. İnsanların yaşadığı hayatlar ona basit geliyordu, eleştiriyordu. Ama eninde sonunda kendisi de aynı hayata mahkum oldu. Kendisinden daha başarılı bir eşle lanetlendi, eşinin şiirleri birincilik kazanırken o sadece çocuk baktı, yemekler-çörekler yaptı, domestikleşti. Eşine kendisini adarken kendisini ve belki de uğruna eğitim hayatını terk ettiği şairliğini de ihmal etti. Kıskanç ev hanımı olmaktan hep nefret etti, anne olmayı, annelik kimliğini hiç benimseyemedi. Bu bilinç, bu yaşam ince ruhuna hiç hitap etmedi. Halbuki ne kadar mutluydu kocasını tam geride bırakmışken. “Artık özgürüm. Şiir yazabilirim” Mükemmeliyetçi annesinin eleştirilerinden, babasının buz soğukluğundan, kocasının ilgisizliğinden, ev işlerinden uzak ne kadar da mutlu bir kadın olabilirdi. Ondaki şeyi düzeltmeye kalkmasalardı, o da biraz farklı olarak kalsaydı, ya da hiç bozamasalardı bu mükemmel yaratılışı, olmaz mıydı?
Giderken ardında nice gizemlerini de götürdü. Günceleri düzenlenirken neleri bilmemizi istememiştiler? Hayatındaki başka hangi karanlık gölgeleri saklamıştılar? Oysa bu haliyle bile dağınık bir çöplüğü andıran, yalancı insanlarla bezeli çevresi, bu güzel nilüfer çiçeğine niye yaşaması için bir şans vermemişti? Tek istediği kendine ait bir oda, sevgi dolu bir eş, bir aile olmaktı. Uğruna başarılı şair ünvanını yokettiği arzusu buydu. Belki bu hayat onun hayatını ele geçiren zihin bulanıklığını, içinde büyüyen karadeliği tedavi edecekti. Elektrikli sandalyelerin beceremediğini biricik eşinin nazik okşamaları başaracaktı. Asla Bayan Hughes olmak istemedi, mezar taşındaki şaka gerçek olsa bile.
Gizdökümcü türün tanımlayıcı özelliği, kendini aklama peşinde olan şairin yeraltına inmesidir. Aslında bu genel nitelik, insanların bilincindeki sebebi belirsiz korkuları irdeleyen tüm sanat eserleri için geçerlidir. Bu başlangıç, sonradan tüm toplumlarla kurumların mantıklı ve yüce fikirli insanları, sundukları şeyleri reddetmeye zorladıkları mantığıyla her türlü deliliğe onay veren sürrealizme dönüşmüştür.
Türün diğer temsilcileri gibi Plath ’ın da suçluluk ve kendine acıma duygularına dair kaygıları şiirlerinde de, düzyazılarında da belirgindir. “Lady Lazarus” adlı şiirinde, psikolojik zayıflık sergileyen anlatıcıda odaklanması tamamen gizdökümcülük olarak değerlendirilir. Ayrıca, gizdökümcü şairliğin ayırt edici niteliği sadece kişinin kendi deneyimlerini ifade etmesi değil, aynı zamanda onları tekrar tekrar yaşaması, rahatsızlığı sözcüklerle yeniden oluşturmasıdır. Ama bu yenilgi sayesinde kişisel hayat yüceltilerek, kişisellikten uzak ve dahice bir sanat eserine dönüşür.
Şiir yazmanın, düzyazıdan kaçma yolu olduğunu düşünür. Sırça Fanus kitabını daktiloya alırken düşünülerine bir bakalım: “Nereden, nasıl, neyle ve niçin başlayacaktım? Hayatımda yirmi sayfalık bir öyküye bile yetecek olay yok gibiydi. Felç olmuş halde oturuyordum, dünyada konuşacak kimsem olmadığını hissederek, insanlıktan tamamen uzakta, kendi eserim olan bir vakumun içinde: kendimi giderek daha kötü hissediyordum. Ancak yazar olmak beni mutlu edebilirdi ama yazar olamıyordum. Oturup tek cümle bile yazamıyordum. Korkudan kaskatı kesilmiştim..”
Bu düşüncelere rağmen kendisine meydan okumuş, aslında bir bakıma nesir yazmanın kendi dünyasında bir zafere işaret ettiğini de diyebiliriz. Nesir yazmanın zorluklarına rağmen, sayfalarca yazabilmek onun başarısıdır.
Alvarez’in Plath hakkında “ Eserlerini ayırt edici kılan bu tehdit hissidir, sanki sadece gözucuyla görebildiği bir şey tarafından sürekli tehdit edilmiştir” ifadesi belki de şairimizin kaçınılmaz ve de arzuyla kendine şiirlerinde yazdığı gibi bir keskin sonla ilişkilidir. İlginçtir ki, eserlerinde hep intiharın bir köşede olması ana karakterleri de etkiler. Hatta karakterlerin ölümünü o kadar şairane ifade eder ki, intihar etmenin çok cazip, hatta erotizme varacak kadar çekici olduğunu düşünürüz. Bir bakıma intihar kocasını alt etmenin ve kocasıyla girdiği yarışın son çözüm yolu gibidir.
S.Plath çektiği acıyı mısralarıyla yenmeye çalışmışsa da, eserleri doğaçlama yaşanan bu tutkulu hayatın ölüme yenik düşmesinin kanıtıdır. Plath için şiir, dış dünyanın tehditine katlanma ve izolasyon olasılığını sağlayan bir sığınaktır.
Ted Hughes ise “Sylvia Plath’ın Günceleri”nin(Bu günceler tam değildir, bir defteri kayıptır, diğeri ise kocası tarafından ‘çocuklarının okumasını istemedim’ diyerek yokedilmiştir.) ‘Önsöz’ kısmında ise şöyle belirtir:” Plath'ın gerçek kendisi, üç yıl önce, yazdıklarında ancak bir an için kendini göstermişti, önünde sonunda, evlendiğim, birlikte yaşadığım ve iyi tanıdığım kendisini o kısacık anda, bir koridordan dışarı çıkarken söylediği üç dizede işittiğimde, her zaman olması gerektiğini duyumsadığım şeyin şimdi olmaya başladığını; onun gerçek kendisinin, gerçek ozanın, artık kendisi için konuşacağını,o noktaya dek sözcükleri tekeline almış olan ikincil yapay kendilerini silkeleyip atacağını anladım; dilsiz birinin ansızın dile gelmesi gibi bir şeydi bu.
Gerçek bir kendi, bildiğimiz gibi, az bulunur bir şeydir. Gerçek bir kendinin doğrudan doğruya konuşması daha da az rastlanır bir şeydir. Gerçek bir kendi var olduğunda kural olarak kendini yalnızca kişinin varlığının niteliğinde ya da edimlerinde açığa vurur. Çoğumuz, hiçbir zaman çelişik, birbirini tamamlayan kendimizden oluşan bir çıkından öte bir şey değiliz. Gerçek kendimiz gerçek bir kendimiz olduğu inancımız doğruysa- genellikle dilsiz, bir ileri bir geri gidip gelen yapay ve küçük kendilerin çelişen seslerinin altında örtülü kalmıştır. Dilsizlik gerçek kendinin belirleyici özelliğiymiş gibi. Gerçek kendinin dile gelmesi, konuşabilmesi gözkamaştırıcı bir olaydır -Ariel gibi.
“Küllerin arasından
Kırmızı saçımla yükseliyorum
Ve erkekleri hava gibi yiyorum”
(“Lady Lazarus” Ariel, Sylvia Plath)
Kaynakça
0 Yorumlar